Benim Bedenim, Benim Hikayem



Kadın bedeni… Yüzyıllardır vitrine konmuş bir mal gibi bakıldı ona. Üzerine anlamlar yüklendi, şekillendirildi, denetlendi, tartıldı, biçildi. Ne giyeceğine, nasıl oturacağına, nasıl susacağına kadar her şey yazılı olmayan bir yasa gibi dayatıldı. Bu bedenin kime ait olduğu sorusu ise hiç sorulmadı.

İşte tam da bu noktada Frida Kahlo çıkıyor karşımıza. Kırık bir bedenle, parça parça olmuş bir ruhla ama dimdik duran bir iradeyle. O, kendi acısını saklamadı. Bedenini gizlemedi. Tersine, her kırığını, her sancısını, her kanamasını tuvaline aktardı. Çünkü Frida için beden, utanç kaynağı değil, hakikatin ta kendisiydi.

Kendini erkek bakışına göre süsleyip püslemeyi reddetti. Kaşlarını almadı, sakalını gizlemedi. Otoportrelerinde acılarını, düşlerini, öfkesini serdi ortaya. Çünkü biliyordu: Bu beden kendisine aitti. Ve onu başkalarının göz zevkine sunmak zorunda değildi.

Bugün bize düşen, bu başkaldırıyı kaldığı yerden sürdürmek. Çünkü sistem hâlâ aynı: Kadın bedenine hükmeden, onu pazarlayan, onu “güzel” diye tanımlayıp durmadan ölçen, eleyen, biçen bir düzenin içindeyiz.

Laura Mulvey diye bir feminist kuramcı, “erkek bakışı” demişti buna. Yani erkeklerin nasıl bakacağını düşünerek kadınların nasıl görünmesi gerektiğine karar veren bir sistem. Bu öyle bir bakış ki, sonunda kadınlar bile kendi bedenlerine o gözle bakmaya başlıyor. Aynaya baktığında ilk gördüğün şey ne? Selülit mi? Karın? Burnun? Göz altı torbaların? İşte tam olarak bu, dayatmanın içselleştirilmiş hâli.

Ama buna dur demenin yolları var.

1. Aynayı kır, kendi gözlerinle bak:

Artık o aynadaki bakışı başkasından değil, kendinden al. Susan Bordo der ki, kadınlar kendi bedenlerini sürekli denetlemeye zorlanır. Ama bu gözetimi fark ettiğin an, zincirin ilk halkası kırılır. Kendine dışarıdan değil, içeriden bak.

2. Hikâyeni anlat:

bell hooks der ki, kendi hikâyeni anlatmazsan başkası anlatır. Senin bedenin ne yaşadıysa, ne hissediyorsa, neyi gizliyorsa, hepsi birer anlatıdır. İster yazarak, ister çizerek, ister şarkı söyleyerek… O anlatıyı sen yaz.

3. “Güzel” neymiş, sen karar ver:

Naomi Wolf, güzellik mitinden bahseder. Yani bu toplum “güzellik” dediği şeyi kadınlara karşı bir silah gibi kullanır. Ama güzellik tek tip değildir. Kırışıklık da güzeldir, çatlak da, yara da. Sen neye güzellik diyorsan, o güzeldir.

4. Kendini bedeninden ibaret sanma ama bedeninden de utanma:

Judith Butler’ın dediği gibi cinsiyet ve kadınlık denilen şey aslında bir gösteridir. O gösteri sana nasıl davranacağını, nasıl yürüyeceğini bile söyler. Ama sen bu senaryoyu yırtıp yeni bir sahne kurabilirsin.

Frida bunu yaptı.

Sırtı kırılmıştı, ama fırçası dimdikti. Bedenine acımasızca müdahale eden doktorlara, erkeklere, kurallara rağmen o bedenin içinden bir sanat fışkırttı. Onun resimlerinde estetik yoktu, süs yoktu, “instagram filtresi” hiç yoktu. Ama gerçek vardı.

Kadınlar için artık mesele, sadece hak istemek değil. Bedenlerini geri almak. Bakışlarını geri almak. Ve en önemlisi: kendi hikâyelerini, kendi dilleriyle yazmak.

Çünkü bu beden bizim. Ve bu kez kimseye sunmalık değil. Kendimiz için varız.