
Giriş
Adalet, insanlık tarihinin en kadim ve evrensel taleplerinden biridir. İnsan toplumlarının ahlaki ve hukuki sistemlerinin merkezinde yer alan bu kavram, sadece bireyler arası ilişkileri düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda insanın kozmosa ve Tanrı’ya yönelik beklentilerinde de temel bir rol oynar. Ancak beşerî düzlemde adaletin sürekli olarak ertelenmesi, çarpıtılması ya da tamamen yok sayılması, bu kavramı metafizik bir zemine taşımayı zorunlu kılar.
Bu makale, cehennemi yalnızca bir cezalandırma yeri değil, adaletin ontolojik temsili olarak ele alacak; beşerî adaletin sınırlılıklarından hareketle ilahi adaletin zorunluluğunu temellendirecektir. Bu bağlamda cehennem, Tanrı’nın gazabının değil, adaletinin ve ontolojik tutarlılığının bir tezahürü olarak kavramsallaştırılacaktır.
1. Beşerî Adaletin Sınırları
Beşerî adalet, toplumsal sözleşmeler, kanunlar ve kurumlar aracılığıyla işler. Ancak bu sistemler insanın iradesine, çıkarlarına ve kusurlarına bağlı olduğu için çoğu zaman adaleti tesis etmekten uzaktır. Tarih boyunca, suçluların cezasız kaldığı, mağdurların haklarının tanınmadığı, güçlünün hukukunun egemen olduğu düzenler çoğunluktadır.
Modern hukuk sistemleri dahi kanıt, niyet, ceza ölçüsü gibi kriterler üzerinden işlerken, ahlaki ve varoluşsal anlamda tatmin edici bir adalet anlayışından uzak kalabilir. Bir kişinin işlediği bir suç teknik olarak cezalandırılsa bile, mağdurun yaşadığı acı, onur kaybı ya da hayatının mahvolması tam anlamıyla telafi edilemez.
Bu noktada, beşerî adaletin asli bir sorunu ortaya çıkar: Adalet, yeryüzünde tamamlanamaz.
2. İlahi Adaletin Zorunluluğu
Beşerî adaletin sınırlılıkları, insanı ilahi bir adalet fikrine yöneltir. Eğer yeryüzünde adalet sağlanamıyorsa, bu adaletin başka bir düzlemde gerçekleşmesi umulur. İlahi adalet düşüncesi, yalnızca bir teselli değil, aynı zamanda insanın evrendeki konumuna ve ahlaki eylemlerine anlam kazandıran temel bir ilkedir.
Tanrı'nın adil olması, yalnızca dini bir vasıf değil, ontolojik bir zorunluluktur. Zira adalet, yalnızca hukuki değil, varlığın yapısına içkin bir ilkedir. Farabi’ye göre Tanrı “zorunlu varlık”tır (wajib al-wujud) ve bu zorunluluk yalnızca varlığını değil, sıfatlarını da içerir: varlığı zorunlu olan bir Tanrı aynı zamanda adil, hikmet sahibi ve iyi olmak zorundadır.[^1]
Aksi takdirde, ontolojik bir boşluk ve kozmik bir kaos ortaya çıkar. Bir Tanrı düşüncesi ki adaletsizdir; bu, yalnızca ahlaki değil, varoluşsal bir çelişkidir.
3. Cehennem: Adaletin Ontolojik Temsili
İlahi adaletin ontolojik düzlemdeki görünümü cehennemdir. Cehennem, yalnızca bir cezalandırma mekanı değil, zulmün karşılıksız kalmadığına dair mutlak bir güvencedir. Bu bağlamda cehennem, Tanrı'nın gazabının değil, insanın insana karşı işlediği suçların nihai olarak yargılandığı bir mahkemedir.
İslam'da Hadis kaynaklarında belirtildiği üzere: “Allah, kendi hakkına yapılanı affeder; fakat kul hakkını affetmez.” (Buhârî, Mezâlim, 10). Bu ifade, cehennemin öznesinin çoğu zaman Tanrı değil, mazlum olduğunu gösterir: cehennem, mazlumun ilahi yargıya taşıdığı davasıdır.
Modern felsefede Hannah Arendt’in Eichmann davası üzerinden ortaya koyduğu “kötülüğün sıradanlığı”, insan eliyle yapılan dehşet verici eylemlerin çoğu zaman cezasız kaldığını gözler önüne serer.[^2] İşte bu noktada cehennem, adaletin ertelendiği fakat unutulmadığı metafizik bir alan olarak devreye girer.
4. Kötülüğün Yokluğu ve Adaletin Ontolojik Yapısı
Augustinus’un “kötülük iyiliğin yokluğudur” (privatio boni) şeklindeki tezi, cehennem anlayışını sadistik bir mekan olmaktan kurtarır.[^3] Çünkü kötülük bağımsız bir varlık değil, iyiliğin eksikliğidir. Tanrı, kendisi iyilik olduğu için aktif kötülük yaratmaz; ancak adaleti gereği, iyiliğin eksik kaldığı yerde bu boşluğu telafi eder.
Bu noktada cehennem, kötülük üretmek için değil, kötülüğün karşılıksız kalmaması için vardır. O, kötülüğün “yok” sayılmasını değil, ona karşılık verilmesini sağlar. Ontolojik olarak cehennemin varlığı, adaletin bir gereği olarak Tanrı'nın varlık düzenindeki tutarlılığının bir parçasıdır.
5. Cehennem: Mazlumun Adaletidir
Cehennem düşüncesi çoğu zaman zalimi korkutmak için dile getirilir. Ancak daha derin bir düzlemde, o mazlumun umut kaynağıdır. Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi’nde belirttiği gibi, baskı altında olan insanın en büyük devrimci kaynağı, adalet arzusudur.[^4]
Cehennem bu arzunun metafizik ifadesidir. Dünyada sesi kısılmış, hakkı yenmiş, hayatı çalınmış bireylerin tanrısal adalete duyduğu güven, cehennemin anlamını belirler. O halde cehennem bir korku mekanı değil, ontolojik bir teselli ve hak yeridir.
Sonuç: Adaletin Tamamlanması İçin Zorunlu Bir Alan
Cehennem, Tanrı’nın gazabının değil; varlığın ahlaki ve metafizik dengesinin bir yansımasıdır. Beşerî adaletin sınırlılıkları, adaletin başka bir düzlemde, daha yüksek bir düzeyde tamamlanmasını gerekli kılar. Cehennem bu tamamlanmanın mekânıdır.
İlahi adalet, yalnızca ödül ve ceza sistemi değildir; o, varlığın düzeni, hakikatin temeli ve Tanrı’nın zorunlu sıfatlarından biridir. Cehennemi bu bağlamda düşünmek, onu korku değil, adalet eksenli bir metafizik zorunluluk olarak konumlandırmak, Tanrı fikrinin bütünlüğü ve tutarlılığı açısından zaruridir.
Kaynakça
-
Farabi. El-Medinetü’l-Fadila. Haz. Ahmet Arslan. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1990.
-
Arendt, Hannah. Eichmann in Jerusalem: A Report on the Banality of Evil. Viking Press, 1963.
-
Augustinus. De Civitate Dei (Tanrı’nın Şehri), Çev. Henry Bettenson. Penguin Books, 2003.
-
Freire, Paulo. Ezilenlerin Pedagojisi. Çev. Betül Kadıoğlu. Ayrıntı Yayınları, 2021.
-
Buhârî, Muhammed ibn İsmail. Sahih al-Buhari, Mezâlim, Hadis No: 10.
-
Levinas, Emmanuel. Totality and Infinity. Duquesne University Press, 1961.
-
İbn Sina. Kitab al-Shifa, Metafizik Bölümü.