Ben bile bazen kendimle olmak istemiyorum.
Kendi iç sesimi duymaktan yoruluyorum.
Kendime katlanamıyorken,
bir başkasının bana katlanmasını nasıl bekleyebilirim?
Aynaya her baktığımda göz göze gelmekten kaçınıyorum.
Yüzümde bir yabancının silueti var.
Kendi içime sığamıyorken, bir kalpte nasıl yer bulabilirim?
Birisi beni sevse…
Ne yaparım?
Nasıl karşılık veririm?
Düşüncesi bile boğuyor beni.
Çünkü ben, kırılmış yanlarımı başkalarına göstermeye utanıyorum.
Kalbimde büyüyen boşlukları, geçmişten kalan yaraları,
her biri üst üste yığılmış mahcubiyetlerimi saklamaya çalışıyorum.
Ama öyle büyüdüler ki artık saklanmıyorlar.
Duygularımın altından çatlaklar sızıyor.
Ve ben, kendi içime doğru gömülüyorum.
Yalnızlık güvenli değil aslında.
Sadece tanıdık.
Karanlık, evet ama alışılmış.
Dışarısı yabancı, korkutucu.
Ve ben kendimi bile taşıyamıyorken,
bir sevginin ağırlığını nasıl taşıyayım?
Aşk, bana lüks gibi geliyor.
Beni tamamlayacak biri…
Belki hiç var olmadı.
Belki sadece kafamda yarattım çünkü gerçekte biri beni sevecek kadar sabırlı olmaz.
Çünkü ben, kendime bile sabredemiyorum bazen.
Biri beni severse, ona ne veririm?
Suskunluğumu mu?
Kendimden tiksindiğim geceleri mi?
Sebepsiz yere içine kapanışlarımı mı?
Sonsuz sorgulamalarımı mı?
Bu yüzden kimseye yaklaşmıyorum.
Yaklaştıkça kendimi saklama telaşı başlıyor.
Ve bu telaşta, ben en çok kendimi kaybediyorum.
Fanusumun içinde bile kendimle kavgalıyım.
Ama başka bir yere de gidemiyorum.
Belki de aşk, önce kendini sevmekle başlar.
Ama ben daha o yola çıkmadım.
Çünkü şu an kendi gölgeme bile tahammül edemiyorum.