Aşk

 


İnsan, aklı evcilleştikçe içgüdülerinden utandı. Bedenin çığlık atan isteklerini bastırmakla övünür oldu. Açlığı disipline etti; oruç tuttu. Öfkeyi zincire vurdu; sabır dedi. Cinselliği yonttu; ahlak koydu adını. Ama ne zaman ki mesele aşka geldi, insan en mantıklı hâliyle bile acizleşti. Çünkü aşk, bastırdığımız diğer tüm yönlerden farklı olarak, yalnızca bedenin değil, zihnin de bir aldanışıdır.

Evrimsel psikoloji bize aşkı romantik değil, biyolojik anlatır. Der ki: Aşk, türün devamını sağlayan bir yazılımdır beynin içinde. Partner seçimini etkiler, bağlılığı artırır, ebeveyn iş birliğini güçlendirir. Ama ne hazin ki, biz bu programı duygular sanırız. Oysa aşk, çok daha matematiksel ve çok daha soğukkanlı bir mekanizmadır.

İnsan yavrusu zayıftır. Doğduğu anda ayakta duramaz, av olur kolayca. Hayatta kalabilmesi için iki ebeveynin iş birliğine ihtiyacı vardır. İşte aşk, bu iş birliğini garantilemek için zihne yüklenmiş bir yanılsamadır. Bir kimyasal savaş. Dopamin, beynine “O olmadan yaşayamam” dedirtir. Oksitosin “O bana ait” duygusunu fısıldar. Vazopressin “Gitme, kal” diye bağırır. Hepsi aslında tek bir amaca hizmet eder: Birlikte kal, üre, bak, büyüt.

Ama biz ne yaparız? Bu biyolojik kurguya şiir yazar, romanlar döker, şarkılar yakarız. Bir öpücüğü sonsuzlukla kutsar, bir bakıştan sonsuz anlamlar çıkarırız. Aşkın nörolojik devrelerine değil, gözlerinin içindeki kıvılcıma inanırız. Çünkü aşk, bizi kandırmak üzere evrimleşmiş en asil yalandır.

Ve ne zaman aşkı sorgulamaya kalksak, içimizden bir ses susmamızı ister. Çünkü o sesin ta kendisi aşkın sesidir.

Birini görürsün; ne sesi tanıdık gelir ne geçmişi. Ama beynin çoktan karar vermiştir: “İşte bu.” Neden olduğunu açıklayamazsın. Listene uymaz, mantığına aykırıdır belki ama karşı koyamazsın. Aşık olursun. Ve o andan itibaren bütün evren, onun varlığına göre anlam kazanır ya da kaybeder.

İşte bu yüzden aşkı bastıramıyoruz. Çünkü aşk, bastıran zihnin kendisini de esir alır. Onu dışarıda ararız ama içimizdeki en eski kodlardan biridir. Bilinçaltı bir anı gibi... Binlerce yıl öncesinden bugüne kalmış, hâlâ bize hükmeden bir miras.

Kimi aşk bir mucizedir der, kimi bir lanet. Kimi aşkla bütünleşir, kimi onunla yavaşça çözülür. Ama kimse onun gerçekliğinden kolay kolay şüphe etmez. Çünkü aşk, hayal ettiğimiz en yüce duyguyu, en ilkel ihtiyaçla maskeleyerek bize sunar. Ve biz, her seferinde inanırız. Her seferinde yeniden yanarız.

Belki de aşk, insanın Tanrı’ya en çok yaklaştığı ama en çok yanıldığı noktadır.

Ve belki de bu yanılgı, yaşadığımız en gerçek şeydir.