“Kürtlerin ezildiği nerede görülmüş? Bugün hastaneye gidince hizmet alamıyorlar mı? Karakola, belediyeye gidince işlerini yapmıyorlar mı? Devlet okullarında Türk çocuklarıyla aynı eğitimi alıyorlar. Hatta devlet kadrolarına da giriyorlar, bak Turgut Özal bile Cumhurbaşkanı oldu.”
Bu cümle, Türkiye’de Kürt meselesini konuşmaya çalışan neredeyse herkesin önüne bir duvar gibi dikilir. Yüzeyde eşitlik görüntüsü sunar, “bakın işte” diyerek sisteme meşruiyet kazandırmaya çalışır. Fakat bu cümlenin içinde yer alan her varsayım, dikkatli bakıldığında çok daha derin bir inkârın, bastırmanın ve kimliksizleştirmenin üzerini örtmektedir.
Türkiye’de Kürt olmak bir kimlikten çok, bir sınavdır. Ve bu sınavda sorulan ilk ve en önemli soru şudur:
“Kürt olduğunu unutur musun?”
Cevabınız evet ise, kapılar açılır. Devletin kurumlarına, kadrolarına, medyasına, üniversitelerine adım atabilirsiniz. Ancak bu girişin koşulu açıktır:
Kürt olmayacaksınız. Ya da en azından Kürt gibi görünmeyeceksiniz.
Kimliğinizi dillendirmeyeceksiniz. Kürtçe konuşmayacak, yazmayacak, okutmayacaksınız. Kürtlerin tarihini anlatmayacak, sorunlarını gündeme getirmeyeceksiniz. Eğer bunları yapmazsanız, sistem sizi “makbul Kürt” kategorisine alır. Hatta belki bir gün sizi vitrine bile koyar: “Bakın, biz ayrımcılık yapmıyoruz.”
Ama o vitrine girebilmenin bedeli, kendi benliğinizden vazgeçmektir.
Turgut Özal örneği çokça verilir. “Kürt bir Cumhurbaşkanımız oldu, demek ki sistemde ayrımcılık yok” denir. Ama Özal’ın Kürtlüğü, görev süresi boyunca hiç gündeme gelmedi. O, Türk siyasi sisteminin taleplerine uyum sağlamış bir figürdü. Kendi kimliğini inkâr etmedi belki ama hiçbir zaman sahiplenmedi de. Onun örnek gösterilmesi, aslında sistemin kendini nasıl meşrulaştırdığına dair trajik bir göstergedir.
Zira mesele bireysel başarı değil, kolektif kimliğin tanınmasıdır.
Bugün devlet kurumlarında çalışan binlerce Kürt var. Ancak kaç tanesi işyerinde Kürtçe konuşabiliyor? Kaçı çocuklarını anadilde eğitime gönderebiliyor? Kaçı kendi kültürünü, tarihini kamusal alanda görünür kılabiliyor?
Cevap basit: Neredeyse hiçbiri.
Çünkü sistem, Kürt'ü değil, Kürtlüğünü unutmuş olanı kabul ediyor.
Sistemin yazılı olmayan anayasasında şu yazar:
“Kapıdan girmeden önce kimliğini çıkar, ceketinin cebine koy.”
Kimliğini cebinde taşıyanlar yükselebilir. Ama o kimliği gösterenler dışlanır, fişlenir, damgalanır.
Gerçek eşitlik, hastaneye gidebilmek ya da okula yazılabilmek değildir.
Gerçek eşitlik, bir halkın kendi dilinde, kendi kimliğiyle, kendi kültürüyle özgürce yaşamasıdır.
Kürtlerin hizmet alıyor olması, ezilmedikleri anlamına gelmez. Çünkü onlar o hizmetleri, ancak kendileri olmaktan vazgeçtiklerinde alabiliyorlar.
Ve işte bu yüzden, Türkiye’de Kürt olmak hâlâ eşit yurttaşlık anlamına gelmiyor.
Bu yüzden “makbul Kürt” olmak, eşit olmak için tek şansınız.
Bütün azınlıklar ve diğer marjinal gruplar içinde bu böyle, eğer kendi benliğinizden vazgeçerseniz sistem size hakettiğiniz muameleyi göstermeye başlar. Çünkü Türkiye'de vatandaşlık haklarınız, doğduğunuzda değil, kendinizi terk ettiğinizde kazanılır.
Bu yazılar ücretsiz ama emek istiyor. Bir kahveyle destek olabilirsiniz.