Dertli Olmak: İnsanlığın Sessiz Bedeli

“İnsan olmak bir niteliktir. Bu yüzden azalıp çoğalabilir. Kim daha fazla insansa, daha fazla dertlidir.”
— Ali Şeriati

Bazı sözler vardır, insana yalnızca bir fikir vermez; aynı zamanda bir yük de bırakır. Ali Şeriati’nin yukarıdaki sözü böyle bir yüktür. “İnsan olmak” gibi basit görünen bir eylemin, aslında sürekli yeniden kazanılan bir nitelik olduğunu fısıldar bize. Daha fazlası, bu niteliğin yalnızca erdem değil, bir bedel olduğunu da anlatır: Dert.

Şeriati’ye göre insan olmak, doğuştan gelen bir ayrıcalık değil; çabayla, farkındalıkla, başkalarının acısına ortak olarak kazanılan bir vasıftır. Ne kadar insan olursak, o kadar çok hissederiz. Ne kadar çok hissedersek, o kadar dertleniriz. Çünkü gerçek insanlık, başkalarının dertlerini omuzlamakla başlar.

Dert: Bir Ağırlık Değil, Bir Bilinç

Ali Şeriati’nin “dertli insan” figürü, pasif bir melankoliden ziyade, aktif bir bilinç durumunu temsil eder. Dert burada bir boyun eğmişlik değil, bir uyanıştır. Adaletsizliğe, yoksulluğa, zulme ve yalana karşı susamayan bir bilincin doğal sonucudur. Şeriati’ye göre dert, insani olgunluğun bir işaretidir; tıpkı gecenin sessizliğinde duyulan bir çığlık gibi.

Bu anlayış, Jean-Paul Sartre’ın varoluşçuluğuyla da örtüşür. Sartre, insanı kendi seçimleriyle özünü yaratan bir varlık olarak tanımlar. Ona göre insan, “özgürlüğe mahkûmdur” ve bu özgürlük, kaçınılmaz olarak sorumluluğu beraberinde getirir. Sadece kendisi için değil, başkaları için de seçim yapmak zorunda kalan birey, bu sorumluluğun yükünü omuzladığında dertle tanışır. Yani yalnızca yaşayan değil, hisseden, gören ve müdahale eden kişi insan olur.

Geçmişin Enkazı ve Sessiz Tanıklık

Walter Benjamin, “tarihin meleği” imgesiyle geçmişin yıkımlarına gözlerini kapayamayan bilinçli insanı anlatır. Bu melek, geçmişin felaketlerine bakarken, geleceğe doğru sürüklenir. Tıpkı dertli insan gibi: Geçmişin acılarına kör olmayan, onları sırtında taşıyan ve geleceği şekillendirmek için bunları unutmayan biri.

Benjamin’in bu tasviri, Şeriati’nin “daha çok insan, daha çok dert” anlayışını somutlaştırır. Çünkü geçmişin enkazına bakan, orada kalmaz; o yıkımın bir daha yaşanmaması için mücadele eder. Dert, burada sadece bir duygu değil; hafızaya dönüşür, sorumluluğa evrilir.

Tüketim Çağında İnsanlık ve Anlam

Modern dünyanın en temel çelişkilerinden biri de şudur: Mutlulukla insanlık, çoğu zaman zıt yönlere çekilir. Erich Fromm, “Sahip Olmak mı, Olmak mı?” adlı eserinde, bireyin kimliğini sahip olduklarıyla tanımladıkça, içsel anlamını yitirdiğini söyler. Ona göre gerçek insanlık, sahip olmak değil, “olmak” üzerinden inşa edilmelidir: Sevmek, üretmek, bağ kurmak.

Ancak bu “olmak” hali kolay gelmez. Çünkü insan, gerçekten “var” oldukça, dünyaya daha fazla kök salar; başkalarının acılarına, korkularına, yoksunluklarına duyarsız kalamaz. Bu da kaçınılmaz olarak dert getirir. Sahip olmanın huzurunu değil; olmanın ağırlığını taşır omuzlarında.

Dert, Ezilenlerin Lükssüz Erdemi

Bu noktada önemli bir gerçeklik daha belirir: Dert, çoğu zaman ezilenlerin mecburi mirasıdır. Toplumun marjında kalan, hakkı yenen, sesi kısılmış olanlar için mutluluk bir hedef değil, ulaşılmaz bir lüks haline gelir. Ali Şeriati’nin bu sözleri, tam da bu gerçeğe işaret eder. Gerçek insanlık, mutluluğun değil; adaletin izini sürenlerin yolculuğudur.

Gramsci’nin “organik aydın” kavramı burada anlam kazanır. Gerçek aydın, yalnızca bilen değil; hisseden, halkın derdini kendi derdi bilen kişidir. Dertlenmek, burada yalnızca duygusal bir çöküntü değil; bilginin, ahlakın ve sorumluluğun kesiştiği bir bilinç biçimidir.


İnsan olmak, kolaylıkla ulaşılan bir hâl değil; bedeli olan bir inşadır. Bu inşanın temel taşı da derttir. Ne kadar çok görür, ne kadar çok hissedersek; o kadar dertleniriz. Ama o kadar da insan oluruz.

Dert, yalnızca bir acı değil; insanlığın vicdanla yankılanan sesi, geçmişle hesaplaşan hafızası ve geleceğe uzanan iradesidir. Dertsiz bir hayat, elbette daha hafif olabilir. Ama aynı zamanda daha sığ, daha sessiz, daha az insanî kalır.

Ali Şeriati'nin sesiyle hatırlayalım: “İnsan olmak bir niteliktir.” Ve bu nitelik, susanlarda değil; dertlenenlerde yaşar.