Kendi Ülkesini İşgal Eden Ordu



Türkiye’nin modern tarihi, sık sık askeri müdahalelerle kesintiye uğrayan, halk iradesinin cuntalar eliyle bastırıldığı bir mücadeleler tarihidir. Bu darbeler, yalnızca siyasi iktidarı değil, toplumsal yapının en derin katmanlarını da hedef almış; halkın örgütlenmesini, emeğin haklarını, düşünce ve ifade özgürlüğünü ezerek sermayenin önünü açmıştır. Bu yazıda, Türkiye'deki darbeler tarihine sosyalist bir perspektiften yaklaşacak, özellikle 12 Eylül 1980 darbesini merkeze alarak bu süreci ele alacağız. Zira bu darbe, yalnızca bir hükümeti değil, bir halkı hedef almıştır. Bu halk, kendi ordusunun işgali altına alınmıştır.

Darbelerin Ekonomik Arka Planı

Her darbe, yalnızca bir iktidar mücadelesi değildir. Türkiye’deki darbeler, özellikle 27 Mayıs 1960’tan itibaren, belirli sınıfsal çıkarların askeri aygıtla yeniden tesis edilme çabasıdır. 1971 ve 1980 darbeleri bu bağlamda daha da belirgindir. Özellikle 1980 darbesi, yükselen işçi hareketi, grevler, fabrika işgalleri ve sosyalist örgütlenmelerin önünü kesmek amacıyla gerçekleştirilmiştir.

12 Mart 1971: Muhtıra ile Gelen Sessiz Darbe

12 Mart 1971'de verilen askerî muhtıra, doğrudan hükümeti hedef almasa da, bir darbe etkisi yaratarak Türkiye’de sol hareketlerin üzerine çöken bir başka karanlık dönem başlatmıştır. Bu muhtıra, Türkiye'deki artan öğrenci hareketleri, köylü örgütlenmeleri ve işçi direnişleri karşısında sermayenin ve emperyalizmin duyduğu rahatsızlığın bir ifadesiydi.

Muhtıra sonrası dönemde devrimci hareketler ağır baskılarla karşı karşıya kaldı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) kapatıldı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi. Binlerce devrimci öğrenci gözaltına alındı, ağır işkencelerden geçirildi. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) gibi gençlik tabanlı sosyalist örgütler tasfiye edilmeye çalışıldı. Nitekim Feroz Ahmad'ın da belirttiği üzere, 12 Mart müdahalesi, "Türkiye’de solun gelişimini durdurmak için yapılan bir ara rejim" niteliği taşımaktaydı (Ahmad, Modern Türkiye'nin Oluşumu, 1995).

Muhtıra, aynı zamanda neoliberalizmin ön hazırlık dönemlerinden biri olarak da görülmelidir. Bu dönemde Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın ekonomik reçeteleri uygulanmaya başlanmış; devletçi kalkınmacılık anlayışından piyasa temelli dönüşümlere geçilmiştir. Bu dönüşümler, 24 Ocak 1980 kararlarına zemin hazırlamıştır.

12 Eylül: Emperyalizmin ve Sermayenin Müdahalesi

12 Eylül 1980 sabahı Türkiye, generallerin gölgesinde yeni bir karanlık döneme uyandı. Darbe, yalnızca bir siyasi rejim değişikliği değildi; toplum mühendisliğinin en şiddetli biçimlerinden biriydi. Sendikalar kapatıldı, on binlerce kişi işkenceden geçirildi, yüz binlerce kişi gözaltına alındı, on binlerce kişi sürgüne gitti, idamlar yapıldı. Üniversiteler, 1402’liklerle çoraklaştırıldı; öğretmenler, akademisyenler ihraç edildi. Amaç, örgütlü halkı ezmek, korku toplumu inşa etmekti.

Kenan Evren ve cuntası, bunu bir 'modernleşme' hamlesi gibi sundular. Aslında yaptıkları, Türkiye’yi neoliberalizmin laboratuvarına çevirmekti. 24 Ocak 1980 kararlarıyla ilan edilen IMF ve Dünya Bankası odaklı yapısal uyum programları, 12 Eylül’le hayata geçirildi. Faşist yöntemlerle pazar ekonomisi kuralları hâkim kılındı.

Vehbi Koç’un Kenan Evren’e Mektubu: Sermaye Sınıfının Darbeye Desteği

12 Eylül’ün yalnızca bir askerî müdahale değil, aynı zamanda büyük sermayenin aktif destek verdiği bir “sınıf müdahalesi” olduğunu belgeleyen en somut kaynaklardan biri, Koç Holding’in kurucusu Vehbi Koç’un Kenan Evren’e gönderdiği mektuptur.

Mektup, 3 Ekim 1980 tarihlidir. Vehbi Koç, dönemin Genelkurmay Başkanı ve darbenin başındaki isim olan Kenan Evren’e hitaben şunları yazmıştır:

“Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır. İşçi-işveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar asgari hata ile çıkarılmalıdır.”

Bu satırlar, Türkiye sermaye sınıfının sol hareketlerden ve işçi direnişinden duyduğu korkunun ifadesidir. Aynı zamanda, darbe rejiminden beklentilerini de ortaya koymaktadır. Vehbi Koç, mektubun sonunda “Emrinize amadeyim” diyerek sınıfsal iş birliğini ilan eder. Bu cümle, yalnızca bir iş insanının değil, bir sınıfın orduya verdiği açık çekin ifadesidir.

Koç’un bu mektubu, yalnızca bir görüş belirtme değil, bir yönlendirme metnidir. Sermaye sınıfı, devlet aygıtını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendirme iradesini ordu aracılığıyla dayatmıştır. Polis ve yargının güçlendirilmesi çağrısı, halkın değil, sermayenin güvenliğini sağlamaya yöneliktir. İşçi-işveren ilişkilerinin düzenlenmesi talebi ise, sendikasızlaştırmanın ve esnek çalışmanın önünü açacak yasaların çıkması yönündedir.

Sosyalistler Neyi Savunuyor?

Sosyalistler, bu tarihsel süreçte darbeye karşı en net ve ilkeli tutumu sergileyenlerdir. 12 Eylül zindanlarında, işkencehanelerinde, idam sehpalarında en çok sosyalistler vardır çünkü halkın kurtuluşunu savunmuşlardır. Bugün hâlâ darbe anayasası yürürlükteyken, sendikalar işlevsizleştirilmişken, üniversiteler susturulmuşken bu mücadele bitmiş değildir.

Bir sosyalist için darbe, yalnızca geçmişin karanlık bir hatırası değil; bugünün toplumsal yapısına kazınmış bir yara, yarın mücadeleyle aşılması gereken bir barikattır. Darbeler, sermayenin zor yoluyla tahakkümüdür. Ve bu tahakküm, ancak halkın örgütlü gücüyle, dayanışmasıyla, kolektif bilinciyle yıkılır.

Sonuç

Türkiye’de darbeler tarihi, bir sınıf mücadelesi tarihidir. Bu tarih, aynı zamanda kendi halkını tanklarla, işkencehanelerle, yasaklarla bastıran bir ordunun tarihidir. Kendi ülkesini işgal eden bu ordu, sermayenin çıkarlarını korumak için halkın iradesine karşı savaşmıştır.

12 Eylül, bir dönemin değil, bir sistemin adıdır. Bu sistemin temellerini atanlar yalnızca generaller değil, onlara destek veren sermaye temsilcileridir. Vehbi Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektup, bu iş birliğinin belgesidir. Ve bu belge, gelecekte halkın hafızasında ve mücadelesinde bir ibret vesikası olarak kalmalıdır.