Giriş
Bir gün aynaya baktığınızda kendinizi göremediğinizi düşünün. Sesiniz yankılanmaz, adınız unutulur, iziniz silinir. Siz hâlâ oradasınızdır ama dünya sizi terk etmiştir. Modern Türkiye’de kimliğini devletin çizdiği kalıplara sığdıramayan milyonlarca insan, işte böyle bir görünmezlik içinde yaşar. Bu, fiziksel değil; sembolik, kültürel ve siyasal bir yokluktur. Tıpkı Altıncı His filminde Dr. Crowe’un yaşadığı gibi: Hayattadır ama ölü muamelesi görür.
Bu yazı, Türkiye’de ulus-devletin inşa ettiği “makbul vatandaş” çerçevesine sığmayan grupların—Kürtlerin, Alevilerin, başörtülü kadınların, seküler bireylerin—maruz kaldığı yapısal dışlanmayı, hem tarihsel hem kuramsal zeminde incelemekte ve yeni bir anayasal yurttaşlık anlayışının imkânlarını tartışmaktadır.
1. Ulus-Devlet: Kutsal Bir Hayal mi, Sessiz Bir Zorbalık mı?
Benedict Anderson'a (1983) göre ulus, bireylerin birbirini tanımasa da ortak bir kimliğé inandığı "hayali bir cemaat"tir. Ancak Türkiye gibi imparatorluk sonrası toplumlarda bu hayal, çoğulculuğu bastıran bir kâbusa dönüşmüştür. Ernest Gellner (1983) ise ulus-devleti, modernliğin gereği olarak kültürel homojenlik yaratmaya zorlayan bir mekanizma olarak tanımlar. Bu model, Türkiye’de Osmanlı’nın çok etnikli mirasını reddederek tek bir “Türk milleti” inşasıyla somutlaşmıştır.
Etienne Balibar ve Immanuel Wallerstein’a (1991) göre, her ulus-devlet, kendini meşrulaştırmak için iç düşman yaratmak zorundadır. Türkiye’de bu düşman zamanla değişse de hep vardı: Önce Ermeniler, sonra Kürtler, Aleviler, başörtülüler, şimdi ise sekülerler.
2. Bastırılanlar: Kürtler, Aleviler, Başörtülüler
Michel Foucault’ya (1977) göre modern iktidar, yalnızca bedeni değil, dili, belleği ve davranışları da denetleyen "biyopolitik" bir mekanizmadır. Kürt kimliğinin bastırılması, dilinin yasaklanması ve kültürüyle birlikte sınır dışı edilmesi bu biyopolitik tahakkümün görünür hâlidir (van Bruinessen, 1992).
Nancy Fraser’ın (1997) "temsili adaletsizlik" kavramı, Alevilerin ve başörtülü kadınların kamusal alanda yeterince temsil edilmemesini açıklar. Diyanet’in sadece Sünni anlayışı temsil etmesi, Cemevlerinin tanınmaması ve başörtüsü yasağı gibi uygulamalar, bu grupların yurttaşlık haklarından mahrum bırakılmasına yol açmıştır.
Nilüfer Göle’nin (1997) yorumuyla, başörtüsü yasağı, modernliğin kadın bedeni üzerinden kurguladığı tahakkümün bir dışa vurumudur. Başörtülü kadınlar, dindar kimlikleriyle kamusal alandan dışlanmış, görünmezleştirilmiştir.
3. Sessizliğe Zorlanan Yeni Grup: Sekülerler
Uzun süre resmi ideolojinin dayanağı olan seküler kesim, AKP iktidarının ideolojik yeniden yapılanmasıyla birlikte yeni bir dışlanma dönemine girmiştir. M. Hakan Yavuz’a (2009) göre, "dindar nesil yetiştirme" hedefi, bir pedagoji değil, toplumun din temelli yeniden inşasıdır.
Pierre Bourdieu’nün (1991) "sembolik iktidar" kavramı, sekülerlerin "elit", "monşer", "beyaz Türk" gibi aşağılayıcı etiketlerle dışlanmasını açıklar. Bu yeni dışlanma biçimi, fiziksel değil sembolik bir tahakküm şeklinde işler.
4. Kimlik: Sorun mu, Zenginlik mi?
Charles Taylor (1994), kimliğin tanınma ihtiyacından doğduğunu belirtir. Bir birey, ancak kimliği tanındığı oranda toplumun bir parçası gibi hisseder. Türkiye’deki kimlik politikaları, tanıma yerine bastırmaya dayanır. Bu da toplumsal çatışma ve aidiyet krizlerini derinleştirir.
5. Yeni Bir Sözleşme: Anayasal Vatandaşlık ve Agonistik Demokrasi
Jürgen Habermas’ın (1996) anayasal vatandaşlık modeli, yurttaşlığı etnik ya da dinsel kimlikler yerine hak temelli olarak kurmayı savunur. Bu, çok kimlikli toplumlarda barışçıl bir birlikte yaşama zemini sağlar.
Chantal Mouffe’un (2000) agonistik demokrasi modeli ise, farklılıkların bastırılması yerine tanınmasını, meşru bir rekabet ortamında bir arada bulunmasını savunur. Mouffe için "düşman" kavramının yerine "rakip" geçmelidir. Bu model, Türkiye için bir çıkış yolu sunabilir.
Sonuç
Bu ülkenin çocukları aynı sofrada büyüdü, aynı dağlara türkü söyledi. Ama biri anadilinde dua ettiği için susturuldu, biri başını örttüğü için dışlandı, biri laik yaşadığı için tehdit edildi. Devlet, yurttaşlarını eşit görmedikçe bu acılar birbirini izleyecektir.
Vatan yalnızca sınır değil, aynadır. O aynada herkesin yüzü görünene kadar bu hikâye bitmeyecek: "Ah vatanım, ah vatanım, çok uzaktır vatanım..."
Kaynakça
Anderson, B. (1983). Imagined communities. Verso.
Balibar, E., & Wallerstein, I. (1991). Race, nation, class. Verso.
Bourdieu, P. (1991). Language and symbolic power. Harvard University Press.
Fraser, N. (1997). Justice interruptus. Routledge.
Foucault, M. (1977). Discipline and punish. Pantheon Books.
Gellner, E. (1983). Nations and nationalism. Cornell University Press.
Göle, N. (1997). Modern mahrem. Metis.
Habermas, J. (1996). Between facts and norms. MIT Press.
Massicard, E. (2013). The Alevis in Turkey and Europe. Routledge.
Mouffe, C. (2000). The democratic paradox. Verso.
Taylor, C. (1994). Multiculturalism. Princeton University Press.
van Bruinessen, M. (1992). Agha, Shaikh and State. Zed Books.
Yavuz, M. H. (2009). Secularism and Muslim Democracy in Turkey. Cambridge University Press.