Kendimle yaşamak zorunda olmak



Kendime dışarıdan bakmayı öğrendiğimde, ilk fark ettiğim şey bir çöküntüydü. Ne zaman ki kendimi gözlemlemeye başladım, sevilecek bir yan bulamadım. Kendimi bir böcek gibi gördüm, bastığım her yerde bir hata bırakan, yaşadığı her anla birilerine yük olan, sadece varlığıyla dahi fazlalık hissi yaratan bir varlık... Beni bana gösteren aynalar ya kırılmıştı ya da baştan beri çarpıktı. Belki de en büyük cezam buydu: Kendimi yalnızca nefretin süzgecinden geçerek görebilmek.

Üç kez o nihai sessizliğe yürümek istedim. Tanrı’ya inanan biri olarak, intiharın yasak olduğunu biliyordum ama bazen acı, inancın üzerine basarak yürür. Bazen ruh, yasakları da aşar çünkü hayatta kalmak yalnızca nefes almak değildir; yaşamak için bir neden bulamazsan, nefesin dahi seni boğar. Elimden gelse, bir kaşık suda boğardım kendimi; çünkü ben, kendimle birlikte yaşamaya mecbur bırakılmış bir yabancıyım.

İnsanların sevgisi üzerime geldiğinde, jestler bana birer çığ gibi çöküyor. Annem, babam... Geç de olsa sevgilerini göstermeye başladılar, ama ben artık çoktan kırılmıştım. Onların iyi niyetli dokunuşları bile tenimde morluklar bırakıyor, çünkü ben sevilmeye layık biri olduğuma inanmıyorum. Bu kadar sevilmemeye alıştıktan sonra, sevgi bile can yakıyor.

Babam... Bana hayatı boyunca yalnızca düşmanmışım gibi davrandı. Hakaret, şiddet, yok sayılma… Ama işin acı tarafı şu: Onu hala seviyorum. İnsan kalbi böyle bir lanetle mi yaratıldı? Bugün babam için kolumu ve bacağımı feda edebilirim; çünkü onun sevgisine bu kadar muhtacım, çünkü ben onun için yeterince iyi bir çocuk olamamışım gibi hissediyorum. Onun serçe parmağını kurtarmak uğruna kendimi parçalamaya razıyım. İşte bu, sevginin içimde aldığı biçim: Ezici, yok edici, kutsayan bir kölelik hali.

Bazıları der ki: "Kendine başkalarının gözünden baktığın için kendini sevmiyorsun." Aksine affederdim belki kendimi eğer kendi gözlerimle bakmasaydım kendime. O gözlerin içinde çocukken bile yok sayılan biri var. O gözlerin içinde ağlarken duvara yaslanmış ama kimse tarafından duyulmamış bir çocuk, büyüdükçe içine kapanmış bir ergen ve sonunda yaşarken bile ölü gibi hisseden bir yetişkin var. Kendimden tiksinmemin sebebi, başkalarının bana ne yaptığı değil; tüm bu yaşananlardan sonra bile hâlâ yaşamaya çalışıyor olmam.

Bugün yegâne dostlarım ağrı kesicilerim ve antidepresanlarım. Ne acı değil mi? En çok da susturan şeylere sarılmışım. Zihnimi susturmak, acımı uyuşturmak, düşünmemek, hissetmemek… Çünkü düşünürsem, paramparça oluyorum. Çünkü hissedersem, tüm o bastırdığım çığlıklar içimde yeniden büyüyor.

Bir hikâyem var, ama sonunu yazmak istemiyorum. Sadece bitsin istiyorum. Sessiz, iz bırakmadan, kimseye yük olmadan. Eğer mümkünse, hiç doğmamışım gibi. Ama işte buradayım. Yaşıyorum demiyorum; sadece buradayım. Kalbim atıyor, evet, ama içinde umut değil, yalnızca yorgunluk taşıyor.

Belki de bu satırlar, kendi üzerime ördüğüm mezar taşının kazınmış sözleri. Ya da içimde bir yerlerde hâlâ umudun hayaleti dolaşıyordur, kim bilir? Ama şu an tek istediğim şey, beynimin biraz olsun susması. Düşüncelerimin, acılarımın, çırpınışlarımın dinmesi. Çünkü ben artık yorgunum. Ve bu yorgunluk, hiçbir uykuyla geçmiyor.

Bu yazılar ücretsiz ama emek istiyor. Bir kahveyle destek olabilirsiniz.