Gecenin koynunda başlayan sessizlik, içimde fırtınalar koparırken anlamını yitiriyor. Göz kapaklarım ağır, ruhum yorgun, ama bir türlü uyuyamıyorum. Uykusuzluk, yalnızca bir durum değil; içimi kemiren, ciğerime işleyen, görünmez bir yangın gibi beni saran bir azap artık.
Her gece başımı yastığa koyduğumda, karanlıkla birlikte gelen düşünceler boğazıma düğümleniyor. Gözlerim tavanda, kalbim boşlukta, aklım geçmişin keşkelerinde dolanıyor. Uyuyamıyorum çünkü içimde kopan fırtınalar, zihnimi bir savaş alanına çeviriyor. Keder, dert ve depresyon kol kola girip geceme misafir oluyor. Sessiz bir çığlık gibi boğuluyorum; kimse duymuyor, kimse bilmiyor.
Zaman durmuş gibi… Saatler ilerliyor ama ben aynı sancılı noktadayım. Pencerenin ardından süzülen sokak lambası bile benden daha huzurlu. Yorgan altı bir sığınak değil artık; soğuk bir hücre gibi… Uyuyamamak bir lanet gibi yapıştı yakama. Her gece güneşi doğuruyorum gözlerimde; sabahın kızıllığı, gözaltlarımda mor bir çöküşe dönüşüyor.
İçim ağrıyor. Kalbim, yerinden çıkacak gibi çarpıyor ama bu hayat belirtisi değil; çaresizliğin, tükenmişliğin yankısı. Uykusuzluk, sadece bir geceyi değil, tüm benliğimi esir alıyor. Sabahlar umut değil, yeni bir yorgunluk demek. Gözüm açık, ama hayata kapalıyım.
Ben artık uyuyamıyorum. Çünkü bu dünya, düşlerime bile huzur vermiyor.