Dünya… Taşlaşmış bir girdap, içinde dönen milyonlarca hayatın çığlığını susturmuş bir boşluk. Gökyüzü kirlenmiş bir tül gibi, ışığı süzerken bile kirli akıyor; yollar kesik, sözler yarım, umutlar yamalı. İnsan, bu berbat ve uyumsuz dünyanın ortasında, bir yabancı gibi dolaşır. Bu dünya, onun için yapılmamış gibidir: sanki bir tanrı yanlış bir notayı sonsuza kadar çaldırmıştır. Beni bu dünyaya çağıran bir ses olmadı. Ben doğdum, ad verildim, bir sıraya dizildim. O günden beri de taşıdığım yük benim seçimim olmadı. Sırtımdaki kaya, S…
Her sabah, doğmaktan yorulmuş bir güneşin altında uyanıyorum. Ellerim, avuç içlerim çatlamış; yokuşun kenarındaki taşlara değdikçe kanıyor. Önümde, bana ait olduğu kadar bana yabancı bir kaya… Onu itmek artık bir görev değil, bir ritüel değil; bir lanet, bir yemin. Yokuş ise hiç bitmeyen bir merdiven gibi uzanıyor göğe. Her seferinde kayayı omzuma alırken, içimdeki ses “Belki bu kez zirveye varırsın” diyor. Her seferinde içimden bir kıvılcım, belki bu kez kayayı bırakmaz diyor. Ve ben kayayı sürüklüyorum; omuzlarımda kırık yıldızla…